2 Mart 2018 Cuma

ÇOCUK İSTİSMARI, TECAVÜZLER VE İKTİDARIN BAKIŞ AÇISI...

Yıllar önce, Amerikan tarihinde yaşanmış bir olayı anlatan bir belgesel izlemiştim.
Aklımda kalan özellikleri üzerinden Google'da ne kadar aradıysam da bir türlü izine rastlamadım.
O yüzden aklımda kaldığı kadarıyla ve bende bıraktığı izlenimler üzerinden anlatmak durumundayım.
Aile içi çocuk istismarı üzerine uzun süren, hatırladığım kadarıyla da delil yetersizliğinden düşen bir hukuk davasını konu ediyordu.
Belgesel, olabildiğince nesnel bir bakış açısıyla olayı irdeliyordu.
Ancak belgeseli izleyip bitirdiğinizde, kafanızda, aile içi çocuk tacizinden daha çok, Amerikan Hukuk Sisteminin çarpık ve adalet sağlamaya değil de, başarıya odaklı, her ne şekilde olursa olsun kazanmayı öne çıkaran özellikleri kalıyordu.
Uzun süren mahkeme sonucunda bir aile onca zaman çocuklarından ayrı düştükleriyle kalıyorlardı.
Ortada ne bir tecavüz, ne başka bir suistimal yoktu aslında.
Her şey Soğuk Savaş dönemi Amerika'sının baskıcı, tutucu yönetimin hukuk sistemine yansımasının sonucuydu.
İşin içinde siyasi itibar ve popüler olma sevdası vardı. Her ne şekilde olursa olsun başarı gerekmekteydi.

Aklımda kaldığı ile; ailenin çocuklarını sevme tarzlarından tutun, şakalaşmaları, birlikte oynadıkları oyunlara kadar kadar her şey çocuk istismarı için delil kabul ediliyordu.
İşten atılan bir bakıcı, dedikoducu komşular, çocuklarının okulda söyledikleri üzerinden öğretmelerin şahitliğiyle bir aile hedef seçiliyordu. Hırslı bir savcı ve ekibi, dönemin tutucu muhafazakar yöneticilerin de yardımıyla, açılan dava boyunca Ailenin yakınlarını, çocuklarını tüm çevresini aleyhlerine şahitlik yapmaları konusunda zorlar, baskı, telkin, tehdit her yöntemi uygular.
Dönemin popüler siyasi argümanları üzerinden yürütülen muhafazakarlık yarışı bu davayı Aile aleyhine sonuçlandırmaya zorlasa da bir şey kanıtlanamıyor.
Dava kapatılıyor.

Belgesel daha sonraları, çocuklar büyüdükten sonra çekilmiş.
Çocuklardan küçük olanı o günleri hatırlamıyor bile.
Dava boyunca savcılık tarafından el üstünde tutulan çocuklar, dava sonlandırıldıktan sonra yüzü üstü bırakılmışlardır.
Küçük çocuk ailesiyle yaşamaya devam etse bile büyük çocuk ise ailesi ile arasına araya giren soğukluk nedeniyle tekrar bir araya gelemez.
Ancak, küçükken ailesi ile oynadıkları oyunların bugün ona cinsel istismar gibi gelmediğini, ama o gün neden öyle ifade verdiğini bilmediğini söyler.

Benzer konuda, -bu defa aile içerisinde olmasa da- çocuk istismarı konusunda yakın zamanda çevrilmiş iki film daha izledim. Diğerini daha sonraki bir yazıda ele almak isterim.
Bunlardan bir tanesi yine gerçek bir olayı konu alan Spotlight filmi idi.
Bir gazetenin Katolik Kilisesindeki çocuk tacizlerini ortaya çıkarmaya çalışan Boston Globe gazetesinin kendilerine Spotlight denilen araştırma ekibinin çabalarını anlatıyordu.
Üstelik kendi gazetelerinin bir kısım yöneticileri dahil, doktorlar, politikacıların ve kilise yönetiminin karşı çabalarına rağmen...
spotlight izle ile ilgili görsel sonucuSonuçta kilisedeki çocuk tacizleri ortaya çıkıyor ve kilise yönetimi tarafından da kabul edilmek zorunda kalıyor.

Filmde bir ayrıntı aklımda kalmış.
Spotlight ekibi tacizleri ortaya çıkarmaya çalışırken konuştukları yaşlıca bir rahip, "Çocukken bana da tecavüz etmişlerdi. Böyle şeyler oluyor. Ne var bunda..?" gibisinden bir şeyler söylüyordu.
Bu söylem Kilisede süregelen çocuk istismarının açığa çıkmasına epeyi bir yardımcı olmuştu. Filmin akışında önemli anlarından biri ve elbette -film gerçek bir olayı anlattığı için- soruşturmanın da önemli bir aşamasıydı.
Ama bana göre çok önemli bir gerçeği daha ortaya koyuyordu.
Birinci anlattığım, belgeselin işlediği olayın gerçekleştiği sıralar,   sözünü ettiğimiz rahibin yaşı itibarıyla kilisede öğrenci olması gerekir.
Yani o sıralar Amerika'da, sırf politik ve mesleki kariyer hırsı adına bir ailenin çocukları ile şakalaşmaları, çocuklarını nasıl sevdiklerine dair özel alanları, mahkeme salonlarından naklen televizyonlarda ifşa edilirken, Katolik Kiliselerinin karanlık mahzenlerinde gizlice çocuklara tecavüz ediliyormuş.
Bunu ben değil,  -gerçek bir olayı anlatan- filmdeki "oluyor böyle şeyler" diyen, rahip söylüyor.
Tıpkı Ensar Vakfı yurtlarında uzunca bir zaman diliminde kendi gizliliğinde sürüp gittiği,
tesadüfen ortaya çıkmasaydı sürüp gideceği ve yine kısa bir araştırma sonucu ortaya çıkan, 5 ayda 115 çocuğun hamile kalmasının üzerinin örtülmeye çalışılması gibi...

Ve şimdi, Erdoğan-AKP iktidarı, "Çocuk İstismarı" konusunu, ele aldı..!?
Her zaman yaptığı gibi sorunu, kendi politik hedeflerine, çıkarlarına uygun olarak, "fırsat torbaları" içine koyduğu yasa teklifleriyle "çözmek istermiş gibi" görünüyor.
Torbanın içinde , eğer ortaya çıkan olay, siyasi imajı zedeliyorsa  haber yapmak yasağı getirebileceği, eğer siyasi magazin yapacaksa emre amade 'gazeteciler' sayesinde  ifşa edebileceği bir yasa teklifi var.
Yani çocuklarımızın cinsel istismara karşı güvencesi Erdoğan-AKP iktidarının kafa yapısına emanet.

Nasıl bir kafa yapısı..?
Bu kafa yapısı öncelikle tecavüzü ve cinsel istismarı bir suç olarak görmüyor.
Tedbirsizlik sonucu ortaya çıkmış, bir kaza olarak görüyor.
Ne kadını, ne erkeği, ne de çocukları bir insan olarak değil de, bir araya gelmemesi gereken uyumsuz canlılar yani hayvanlar gibi görüyor.
Nasıl haralarda, hayvan çiftliklerinde birbiriyle çiftleşmemesi gereken, atlar, sığırlar birbirlerinden çitlerle, duvarlarla, dikenli tellerle ayrılırlarsa, insanların da dişi ve erkeklerini öyle ayırmalı ki, "haram" birliktelikler olmasın diye düşünüyor.
Onlara göre bu tedbirler alınmazsa böyle 'kazaların' olması da kaçınılmaz oluyor.
Arkadaş, yenge, kardeş, anne, baba fark etmiyor. Adeta bir gaz kaçağı gibi, uçucu yanıcı bir gazın, alevle, kıvılcımla, bir kısa devre ile karşılaşması veya bir araya gelmesi durumunda patlama olmaması büyük şans hatta imkansız gibi bir durum.
Öyleyse akla gelen ilk tedbir; İzolasyon, yani yalıtım..!

Oysa cinsellik insanlar için sadece bedensel bir olgu değildir.
Sosyal, kültürel, eğitimsel, etik ve psikolojik alt yapısı vardır.
Bir çok hayvanın bile gösterebildiği öz denetimi, kendine "insanım" diyen biri gösteremiyorsa ortada ya evrimsel bir patoloji ya da toplumsal bir patoloji, yani "suç" vardır.
Her iki durumda da toplumsal dışlanma gerektirir.
Eğer bir yalıtım gerekecekse, toplumsal yapının ayrılmaz birer parçası olan erkek ve kadınları yalıtmak yerine, bu patolojik yapılı unsurları toplumsal yaşamdan ayırmak gerekir.
Aslında bu iktidarın yarattığı bakış açısını toplumdan soyutlamalıyız.
Aksi durumda her cinsel istismar bir kaza olarak kabul edilecek ve teknik tedbirlerle insanlığımızdan uzaklaşacağız.
Sınıfların, otobüslerin, sinemaların, plajların, giderek yoğun bakım odalarının, acil servislerin ayrılması gibi tedbirlerin, "çocuğunu kucağına alıp sevme", "öpme okşama", "iyice uykun gelmeden yatağa girme" gibi nasihatların muhatabı olacağız.
Ne tecavüzler, ne küçük gelinler, ne de çocuk istismarları azalmayacak.

Evet bu iktidarın yarattığı bize dayattığı karanlık bakış açısı, adeta zehirli ve patlayıcı nükleer sızıntı gibi.
Sevgisizlik yayıyor.
Toplumda sevgi namına ne varsa denetliyor, törpülüyor iğdiş ediyor.
Örneğin çocuk sevgisi...
Düşünebiliyor musunuz? Kızıyla babası arasına girip diskur çekiyor. Kısıtlama getiriyor.
Ana oğul, kardeş, bacı...
Kızın babasının kucağına oturması, oğulun anasının dizini görmesi...
Fetvalar, fıkıhlar...

Böyle bir toplumda insanlar komşunun küçük kızının yanağından bir makas almaya korkar oldu.
Üstelik hukukun, adalet mekanizmasının bugünkü iktidarın elindeki bir silaha dönüştüğünü düşünürsek..?
Zihnimizin medeni cesaretimizin ne kadar kısıtlandığını ve daha ne kadar kısıtlanabileceğini düşünün.
Yazının girişinde anlatmaya çalıştığım yıllar öncesinin hukuk davası örneğinde olduğu gibi, Amerikan tutuculuğunun bir yandan kiliselerde tecavüzlere göz yumarken, diğer yandan ailelerin çocuklarına gösterecekleri sevgiyi denetlemeye kalkması gibi, bu arsız ve pişkin iktidarın yapabileceklerini düşünün.
Peki ne yapacağız?
Bu iktidarın yarattığı sevgisizliğe boyun mu eğeceğiz?
Öncelikle anne ve babalara iş düşüyor. Kendi sevgilerini evlatlarından kısıtlamasınlar.
Korkuyu evlerine taşımasınlar. Ama yeterli değil.
Eğer bu iktidarın giderek pekişen hegemonyasını kırmazsak bulunduğumuz çukurun daha da diplerine düşeceğiz.
Hem de çocuklarımızla birlikte...
Elbette AKP iktidarından önce her şey güllük gülistanlık değildi.
Sadece siyasi ve sınıf mücadelesi açısından değil, doğru dürüst toplumsal değer yargıları için de kat edilecek çok yol vardı.
Ama bugün bir çok açıdan çukurdayız. İnanın bu çukurun düşebileceğimiz ve kaymakta olduğumuz daha derin yerleri de var.

Nadi Öztüfekçi
2 Şubat 2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.