30 Kasım 2018 Cuma

AKİL (AKILLI) ADAMLAR ÜZERİNE AKIL YÜRÜTMELER...

Akil Adamların Oslo'da bir araya gelmesi üzerine hiç düşündünüz mü?
Bu toplantı sizce hangi umut ya da beklenti ile düzenlenmiştir?
Demokratik Gelişim Enstitüsü ya da  İngilizce Democratic Progress Institute (DPI) adlı, İngiltere derin devletinin bir kuruluşu, nasıl bir enformasyon, ne gibi bir öngörü sonucu, yerel seçimlerin arifesinde böyle bir toplantıyı organize ediyor?
DPI; HDP'ye sürekli çatan, PKK ile çelişkisini her vesile ile dile getiren, ABD ve AB ülkelerinin PKK'ya yönelik yardım ve desteklerini sürekli seçmenine şikayet eden Erdoğan Cephesinin iktidardan düşeceğini mi bekliyor ya da öngörüyor?

Öyle ya tarafların söylemlerine bakarsak, "böyle bir sürecin Erdoğan'ın iktidar döneminde tekrardan başlamasına imkan yok" diye düşünmemiz gerekmez mi?
Bugün Kürt Siyasetinin görünürdeki temsilcisi HDP tarafından bakarsak da aynı sonuca varmamız gerekiyor.
HDP'nin de söylemleri, şu anda Erdoğan iktidarının yıkılması üzerine bir siyaset yürütüyor görünümü veriyor.
Hatırlarsanız, 24 Haziran seçimlerinde HDP'liler seçim propagandalarını, "meclise girmelerinin Erdoğan İktidarının yıkılmasının olmazsa olmaz koşulu olduğu" argümanı üzerine kurmuştu.
Bunun anlamı; HDP'liler dile getirdikleri sorunlarının çözüm umudunu Erdoğan İktidarının yıkılması üzerine kurmuşlar demekti.
Ayrıca bugünkü Erdoğan İktidarının zeminini hazırlayacak olan, Anayasa değişikliği oylamasında Hayır demişler, Erdoğan İktidarına karşı en önemli yığınsal çıkış olarak değerlendirilebilecek Adalet Yürüyüşünü de desteklemişlerdi.
Ama buna rağmen bu toplantı düzenleniyor.

Bir de aksi yönde akıl yürütelim.
Eğer DPI'nın Yerel Seçimler sonuçları veya başka bir etmenle Erdoğan İktidarının yıkılacağına dair bir umudu, öngörüsü ya da enformasyonu varsa bile bunu yeterli görmemesi, yerine gelecek iktidarın süreci yürüteceğine dair de aynı öngörü ve enformasyon sahibi olması gerekir.
Öncelikle Erdoğan İktidarının yerel seçimler sonuçları sonucunda  yıkılması bana göre çok uzak bir ihtimal ve DPI de böyle bir ihtimal üzerinden hareket etmemiştir.
Kaldı ki yerine gelebilecek iktidarın yani muhalefetin, ortalama siyasal duruşunun böylesi bir sürece pek cevaz vereceğini sanmıyorum ve DPI bunu da çok iyi biliyordur.
Bir dış müdahale derseniz, -Erdoğan İktidarının bizzat kendisinin bir dış müdahale olduğunu düşünen biri olarak- bana göre bu da mümkün değil ve yine DPI böyle bir enformasyon üzerinden Akil Adamları motive etmeye kalkmaz.
Kısacası, DPI tarafından organize edilen Akil Adamlar toplantısının arkasındaki beklentinin Erdoğan İktidarının yıkılacağı öngörüsü ya da enformasyonu olması mümkün görünmüyor.
Benim bu kısa ve basit akıl yürütmeden vardığım sonuç şöyle;
DPI, bu toplantıyı, Erdoğan iktidarının önümüzdeki uzunca bir süreç boyunca varlığına dayalı umut ya da öngörüye ve büyük bir olasılıkla  bir mutabakat enformasyonuna dayanarak düzenledi.
Açıkçası kuruluş amacı ve misyonu Kürt Sorununun çözüm(!) taşeronluğunu yapmak olan DPI, eğer yetkili ve etkili mercilerden teminat ve talimat almamış olsaydı böyle bir toplantı düzenlemezdi.

Bizi bu düşünceye sevk eden, önemli başka gelişmeler de var.
Bir kaçını sayalım.
--) HDP milletvekili Altan Tan; tek başına konuk olduğu bir televizyon programında, "devletin içinde bir kesimin Çözüm Sürecini tekrar başlatmak istediğini biliyorum" demişti.
"Devletin içindeki bir kesim diye kimi kast ediyor" derseniz, biraz daha geriye gitmek gerekiyor.
Taraf Gazetesi yazarı Mehmet Baransu'ya yanıt olarak yazdığı bir yazı, bu konuda fikir veriyor.
Tan, bu yazısında; Bir zamanlar, Diyarbakır Dedeman Otelinde 13-14 kişilik bir heyetin Mehmet Ağar'la yaptığı görüşmeye katıldığını, bunun da Derin Devleti Çözüm Sürecine ikna etme girişimi olduğunu övünçle anlatıyor. Bu girişimin sonuç verdiğini de, "Mehmet Ağar, sahura kadar devam eden gecenin sabahında o meşhur ‘Dağda silahla gezeceklerine, ovada siyaset yapsınlar’ sözünü Diyarbakır’dan Mardin’e giderken söyledi." diyerek kendince kanıtlıyor.
Aynı zamanda Mehmet Ağar gibi bir Derin Devlet'in has adamının, Habur Kapısı vakasının müjdesini nasıl verebildiğine de açıklık getirmiş oluyor.
Altan Tan bu övüncünde ne kadar haklı bilemem ama, Çözüm Sürecinin bir Derin Devlet girişimi ile başladığı da bir olgu.
Bu durumda Altan Tan'ın, "devletin içinde bir kesimin (siz ona Derin Devlet deyin) Çözüm Sürecini tekrar başlatmak istediğini biliyorum" sözünü de dikkate almamız gerekiyor.

--) 24 Haziran seçimlerine yakın bir zamanda, Erdoğan'ın İngiltere ziyaretin hemen öncesinde, Çözüm Sürecinde etkin görev almış eski bakanların (Efkan Ala, Taner Yıldız, Abdülkadir Aksu) DPI ile görüştüğü haberleri, inkar edilmemek üzere basında yer almıştı.

--) Aynı dönemlerde DPI direktörü Kerim Yıldız, "Süreç başlamak zorunda birileri istediği için değil, Türkiye ve bölgenin içinde bulunduğu durumdan dolayı, bir süreç başlamak zorunda."  diyerek bu habere daha bir anlam katmıştı.
Kerim Yıldız şöyle devam etmişti; "Kim başlatır? Tabi ki çatışmada yer alanlar, özellikle hükümet kesimi. Mevcut durumda ise hala umudumu koruyorum çünkü bir temel var ve üzerinde gelişebilir. Yeter ki isteyelim"

--)Yine yakın zamanda ama bu defa, inkar edilmediği gibi, ikrar da edilen bir başka; "AKP İstanbul Milletvekili Ravza Kaçakçı başkanlığındaki AKP heyeti, Almanya temaslarında "federal yapı"yı inceledi." şeklinde bir haber ortaya çıkıyor.
Ailecek Amerikancı Gladyo'ya çalışan Kavakçı bu teması, "Federal sistem hakkında bilgi alışverişinde bulunduk" diye sosyal medya hesabından paylaşarak, ikrardan öte özellikle reklam da ediyor.

Yani görülüyor ki Erdoğan ve PKK ne kadar çatışıyor gibi gözükse de, ABD PYD işbirliğini seçmenine sürekli şikayet etse de, HDP Erdoğan karşı siyasi mücadele görünümümde olsa da Dolmabahçe mutabakatı sürüyor.
Hem de açıkça...
Bazılarımız görmek istemese de bu mutabakatın gerekleri sürdürülüyor.
Peki bütün bu çatışmalar, "etkisiz hale getirmeler" ya da "şehitler", tutuklamalar neden sürüyor o zaman?
Neden olabilir? Böyle bir mutabakatın gerekli olduğu algısını yaratmak için.
Açıkça söylüyorum ki bu bir mizansen!
Ölümlerin, dökülen kanların, tutuklamaların ve despotik uygulamaların -inandırıcılık etkisini arttırmak için- gerçek olduğu, geri kalan her şeyin, amacından gerekliliğine kadar her şeyin sahte olduğu iğrenç, kanlı bir mizansen.
"HDP bu mizansenin neresinde?" diye sorarsanız, işte orası biraz karışık.
HDP Kürt Hareketin en sofistike algı yaratma seksiyonu.
İçinde yer alan, hatta zaman zaman inisiyatif geliştirmelerine izin verilen unsurlarının bile farkında olmadan bu mizansende kullanıldığı bir yapılanma.
Ustaca bir yapılandırmayla Türkiye Solunun, Kürt Sosyalistlerin iyi niyetinden, samimiyetlerinden besleniyor ve açık söylemek gerekirse bu iyi niyet ve samimiyet birçok defa HDP'nin politikasına yansıyor. HDP bir çok kez samimi hatta etkili muhalefet de yapıyor.
Ancak bu -şimdilik kaydıyla- yol verilen iyi niyetli unsurların yürüttüğü muhalefet ne kadar kalıcı ve ne kadar 'tam' olabilir?
Bunu Yerel Seçimler sonrasında göreceğiz.

Oysa bazı şeyleri bugünden görebilmeliyiz.
Küresel Kapitalizm ve Emperyalist Devletler Kürt Sorununun kendi çıkar ve gereksinimleri doğrultusunda çözümü için kurdukları denklemin değişmeyen en büyük parametresi Erdoğan İktidarıdır.
Bu sorunun kendilerince çözümünde bunca zamandır sabretmelerinin, zaman zaman geri adım atmalarının, sofistike mizansenlerin gönüllü aktörü olmalarının tek bir nedeni var.
Sürdürülebilir bir Erdoğan iktidarını bu zamana kadar kuramamış olmaları..!
Bunu Erdoğan cephesinden ifade edersek; Küresel Kapitalizmin Ortadoğu'daki planlarının önde gelen bir aktörü olmakla övünen Erdoğan'ın, yüklendiği misyonu yerine getirecek kadar kendini güvencede hissetmemesi, Kürt Sorunun çözümü konusunda açıkça adım atamamasının asıl nedenidir.
Diğer yandan her şeye karşın, Küresel Kapitalizm için de Küresel ya da Ulusal Kürt Hareketi için de Kürt Sorununun çözümünün yegane gereksinimi Sürdürülebilir bir Erdoğan iktidarıdır.
Bu karşılıklı bir gereksinimdir.

Yerel Seçimler, Sürdürülebilir Bir Erdoğan İktidarının test aşaması olacaktır.
Yanlış anlaşılmasın. Yerel seçimlerde bugünkü Erdoğan İktidarının sürdürülebilirliği  test edilmeyecek, Çözüm Sürecini yeniden başlatacak bir Erdoğan İktidarının sürdürülebilirliği test edilecek.
İlk bakışta bakışta iktidarın küçük ortağının bu konuda sorun çıkaracağı düşünülebilir. Ama yine de garanti değil.
Kaldı ki eğer böyle bir konuda meclise baş vurmak gerekirse (pek de gerekmeyebilir)  MHP'nin karşı oy sorunu HDP ile kolaylıkla aşılabilir. Kimse HDP'ni, Çözüm Sürecine 'Evet' dediği için eleştirmez nasılsa.
Burada ana faktör meclis aritmetiği değil.
Asıl faktör yerel seçimlerde muhalefetin alacağı oy ve yerel yönetimlerin (özellikle büyük şehir  belediyeleri) sayısı...
Bu, aynı zamanda Kürt Sorunun çözümüne yönelik adımlar atılmaya başlandığında, özellikle bu 'çözüm' denilen şeyin gerçekte ne olduğu anlaşıldığında ortaya çıkacak muhalefetin gücü hakkında fikir verir.
Erdoğan çıkan duruma göre, kendisini projelendiren küresel güçlerin yüklediği misyonu açık yerine getirip getirmemek konusunda karar verecektir.
Ancak bu misyonun yerine getirilmesinin küresel güçler açısından ivediliği var.
İşte bu da Erdoğan'ın handikabı, muhalefetin de kozu.
Elbette Erdoğan'ın da kozu var.
Erdoğan'ın yerel seçimlerde muhalefete karşı en büyük kozu -her zaman olduğu gibi- muhalefetin kendisi olacaktır.

Muhalefetin Kürt Sorununu nasıl tarif ettiği, dolayısıyla 'çözüm' denilen şeyin de ne olduğu konusunda dilsiz olması Erdoğan'ın elini çok rahatlatıyor.
Bu 'dilsizlik' hali Türkiye Solu için de geçerli.
Türkiye Solu, Kürt Hareketinin, Kürt Sorununu nasıl tarif ettiği ve nasıl bir çözüm önerdiği konusunda bir suskunluk anlaşmasına varmış durumda. CHP çevresindeki -ya da içindeki- bir takım yazar çizer de benzer bir suskunluk içerisinde.
Sanki bunca ölüm, şiddet, "eşit vatandaşlık hakları", "yerel yönetimlerin inisiyatiflerinin genişletilmesi", "ana dilde eğitim" gibi sorunlar yüzünden sürüp gidiyormuş gibi bir hava içerisindeler.
Hani meclis aritmetiğinin değişmesi ile halledilebilecek bir sorundan söz ediliyormuş gibi bir söylem sürdürülüyor.
Böylece Erdoğan'ın "Kürt düşmanlığı" yüzünden çözülemiyor bir algı yaratılmış oluyor.
Aslında bu algı sadece Sol mahallede geçerli. Kürtler üzerinde böyle bir algı yok
Erdoğan'a bir zarar vermediği gibi Muhalefete de yaramıyor.
Adı üzerinde sadece bir algı, olgu değil.
Erdoğan'ın Kürt Düşmanı olup olmadığını bilemem ama, Erdoğan kesinlikle Kürt Hareketinin düşmanı değil. Aksine Küresel Kapitalizmle birlikte Türkiye'de ve bölgedeki en büyük dostu ve tek umudu.
İşte bu bir olgu. Sol muhalefetin bir türlü değerlendiremediği, bir muhalefet argümanı haline getirmediği, getirmekten çekindiği bir olgu...
Ayrıca Kürt Hareketinin, Kürt Sorununa önerdiği, düşündüğü çözümler de öyle mecliste hallediliverecek cinsten şeyler değil. Küresel Kapitalizm ve emperyalizmin bölgedeki çıkar ve amaçlarıyla fazlasıyla ilintili bir konu.
Emperyalizmin çıkar ve amaçları doğrultusunda kullandığı yöntemleri düşününce, bu konu sadece  bir muhalefet argümanı olarak değerlendirmekten öte, bölgede yaşayan binlerce yoksul insanın can güvenliği açısından da ele alınması gerekir.
Keza Ülkemiz açısından da aynı çerçevede düşünmek gerekiyor.

Türkiye Solu Kürt Sorununun tarifinde gerekse çözümünde Kürt Hareketine biat etmek zorunda değildir. Ancak açık olmalı sorunu karnından konuşarak tarif etmemeli, çözümünü de ülke gerçeklerinden kopmadan, olabilirlik dahilinde ve çekinmeden tartışmalıdır.
Ne demokrasi, ne sınıfsal, ne de anti emperyalist mücadele Kürt Sorununun çözüm sonrasına ertelenemez. Ertelenmemeli.
Mücadelenin amacı, Erdoğan iktidarını, tek adam rejimi ile birlikte kalıcı olarak sonlandırmak olmalıdır.
Erdoğan İktidarının Kürt Sorununa çözüm adına yapacağı uygulamalar Emperyalizmin dayatmaları doğrultusunda olacaktır.
"İçinde Kürt Sorunun Çözümü de var" mantığıyla bu dayatmalara rıza göstermek zorunda değiliz.
Antiemperyalist mücadele Türkiye Solunun sadece hakkı değil, görevidir de...
Bu hak ve görev hatıra tahvil edilemez.

Nadi Öztüfekçi
30 Kasım 2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.