Bir kişi isminin arkasına eklenen 'çü', 'çi', 'ci' gibi eklerle tanımlanan bir siyasi tanım bana uymaz.
O yüzden bana "Atatürkçü müsün? diye sorsanız, tereddütsüz, "hayır" derim.
Ama bugün ülkemizde Atatürk'le ilintilendirilen 'laiklik', 'ülke bütünlüğü', 'ulusal bağımsızlık', 'cumhuriyet' gibi kavramlar benim şu anki koşullarda olmazsa olmazlarım.
"Peki yarın..?" diye sorarsanız eğer, bu sorunun yanıtı; benim yarına dair, -hemen hiç terk etmeyeceğimi düşündüğüm- ideallerimle ilgili...
Kapitalizmin ve emperyalizmin silindiği, sermayenin küresel egemenliğinin yıkıldığı bir dünyada, laiklik baki kalmak kaydıyla, tüm emekçi ulusların kardeşliği temelindeki hemen her siyasi çözümü tartışmaya hazırım.
"Tartışmaya hazırım" diyorum, çünkü, bu konudaki "Bütün ülkelerin işçileri birleşin" gibi çok temel bir ilkeden gayrısı benim için, tartışılmadan kabul edilesi değildir.
Ve bu tartışmayı da bu yazıda yapmak niyetinde değilim.
Bu kısa girişi neden yaptım?
Çünkü aşağıda yazacaklarımın asıl özü haricinde, günümüzde çok yaygın bir yöntem olan yaftalama amaçlı eleştiri ve karalamalara yanıt vermeye vakit harcamak istemiyorum.
Konuya dönelim.
Sizce, Erdoğan ve kendisine dolaylı ya da dolaysız, açıktan veya sinsice destek veren küresel ve yerel güçler (buna kısaca 'Erdoğan Cephesi' diyelim) muhalefete karşı yürüttüğü propagandanın ana ekseni ne?
Soruma açıklık getirmek açısından vurgulamak istiyorum; mücadelenin ana ekseninden söz etmiyorum.
O sorunun yanıtı bende gün gibi açık.
Emek ve Sermaye çelişkisi mücadelenin ana eksenini oluşturuyor.
Kapitalizmin içselleşmesi, yaygınlaşması ve küreselleşmesi ne düzeyde olursa olsun, mücadelenin ana ekseni Emek ve Sermaye arasında geçiyor.
Ben ideolojik propagandanın ana ekseninden söz ediyorum. Yani öne çıkarılan ve en çok tartışmaya sokulan hatta en fazla saldırılan, en fazla yıpratılmaya çalışılan kavram ne..?
Bana kalırsa Atatürk ve Atatürkçülük..!
'Erdoğan Cephesi'nin hedefinde, saldırılarının odak noktasında Atatürk ve Atatürkçülük var.
Bu bir olgu.
Bunu ister kabul edin ister etmeyin. Görün ya da görmezden gelin ideolojik çatışma Atatürk ve Atatürkçülük üzerinden yürüyor.
Her ne kadar mücadelenin ana ekseni emek ve sermaye arasında olsa da bu mücadele uzun süreden beri ideolojik çatışmaya dönüşemiyor.
Küresel ve ülkemizdeki hegemonya bunun önünü ustalıkla kesti.
Bu belki de Küresel çapta da böyle ama, Türkiye'de emek ve sermaye ekseninde ideolojik çatışma olmadığı, olamadığı kesin.
Ama Atatürk ve Atatürkçülük ekseninde ideolojik bir çatışma olduğununu kimse inkar edemez.
Bu çatışmayı, daha doğrusu saldırıyı 'Erdoğan Cephesi' sürdürüyor..
Sanırım bu noktada "Erdoğan Cephesi" tanımını biraz daha açmak gerekebilir.
Erdoğan'ın kişisel nitelikleri ağır bassa da aslında köken itibarıyla klasik gerici cepheyi tarif etmeye çalışıyorum aslında.
Ekim Devrimin ateşinin kıvılcımlarıyla tutuşan, tarihin yürümesinin, toplumsal ilerlemenin bir aşaması olan Anadolu Devriminden ve Aydınlanmadan alabildiğine rahatsız olan kesimlerin dolgu malzemesini oluşturduğu bir cephe bu.
Elbette bu cephenin emperyalizm ile göbekten bağını da tanımın içinde vurgulamamız gerekiyor.
Çünkü ulusal kurtuluş savaşı, sadece aydınlama karşıtlarına değil, aynı zamanda emperyalizme karşı verilmiş, sonucunda bağımsız ve ulusal bir devlet kurulmuştu.
Emperyalizm de devingen bir olgu olduğuna göre, bu cepheyi günümüz parametreleri ile tarif etmek gerekiyor.
O durumda ABD ve Avrupa Emperyalizminin yeni aktörlerini, Küresel Kapitalizmi ve Küresel Kürt Hareketini de bu cephe içerisinde görmemiz lazım.
Keza, küresel hegemonyanın deneyim ve finans desteğindeki neoliberalinden tutun, Kürt hareketine biat etmiş, söylem keskini solculara kadar zengin bir çeşitlilik arzeden, desteğini bazen açık bazen sinsice yürüten, benim 'Mutant Solcular' diye tanımladığım kesim de bu cephenin önemli unsurlarını oluşturuyor.
Böylece yukarıda."Erdoğan ve kendisine dolaylı ya da dolaysız, açıktan veya sinsice destek veren küresel ve yerel güçler" olarak tanımladığımız Erdoğan Cephesinin açılımını yapmış oluyoruz.
İşte bu, "Erdoğan Cephesi" oldukça sofistike tekniklerle, ısrarla, sinsice ya da açık olarak Atatürk ve Atatürkçülüğe saldırıyor.
Bu saldırı kesinlikle bir gündem saptırması değil. Bunu, tartışmanın odağını bu konuya çekmek için yapmıyor.
Aslında konunun tartışılmasını değil, aksine ideolojik saldırıya yanıt verilmeden, itiraz edilmeden kabullenilmesini istiyor.
Belki Türkiye Solu görmüyor veya Kürt Hareketinin üzerindeki yüksek hatırı yüzünden görmezden geliyor ama, Erdoğan Cephesinin galip gelemediği tek ideolojik çatışma bu konuda...
Bir kere çatışmanın somut ve niceliksel yanları var. İkincil, üçüncül bir çatışma değil. Çatışmanın sonuçları geniş yığınları etkiliyor, yığınlar tepki veriyor.
Öyle yasaklayarak, korkutarak, demagoji yaparak, yerine başka değerler koyarak da baş edemiyor.
Bir demagoji fenomeni olan Erdoğan'ın da bizzat dahil olduğu bu çatışmada ne İslamcı, ne liberal, ne de milliyetçi, giydiği hiçbir kılık ona -bu konuda- avantaj sağlamıyor.
Bunca zamandır hangi kılığı giydiyse üzerine yakıştıran, profesyonel bir manken başarısıyla taşıyan Erdoğan'a yakışmayan tek kılık Atatürkçülük.
Bunu bir kaç defa denediyse de bir türlü yakışmadığını gördü.
Bu çok doğal, çünkü iktidarının ve edindiği misyonun en büyük handikabı, Atatürk ve Atatürkçülüğün düşünsel ve maddi varlığı.
Aslında Erdoğan'ın hedefinde Ulusal Devlet var. Tıpkı onu projelendiren Küresel Kapitalizmin de olduğu gibi...
ABD ve Avrupa emperyalizminin Ortadoğu politikası bu bölgedeki bütün ulusal ve birleşik devletleri yok etmek ya da parçalamak üzerine.
Bu planın içinde Türkiye de var. Türkiye bu plana 'Yeni Osmanlıcılık' tuzağı ile dahil edilmek isteniyor.
Yeni Osmanlıcılık hem konfederalizmi, hem de "Rabia'yı"(*) içermesi nedeniyle Kürt Hareketi ve İslamcılığın kesişme noktası... Hem parçalanma hem de ABD-Avrupa emperyalizminin çıkarları doğrultusunda Ortadoğu'nun kanlı bataklığında boğulma tehlikelerini içeriyor.
Erdoğan Cephesinin Türkiye'yi bu maceraya sürükleyebilmesinin önündeki tek engel; ideolojisi, kitlesi ve -azalsa da- somut gücüyle var olmaya devam eden Atatürk ve Atatürkçülük.
Erdoğan Cephesi bu çatışmayı, gündemi meşgul etmek amacıyla öne çıkarmıyor, Atatürk'ün yığınlar üzerindeki saygınlığını azaltmak, beraberinde Atatürkçülükle ilintilendirilmiş, 'laiklik', 'ülke bütünlüğü', 'ulusal bağımsızlık', 'cumhuriyet' gibi değerleri ve bu değerlere sahip çıkan kitlesel ve maddi iradeyi yok etmek ve sönümlendirmek için yapıyor.
Bu ideolojik saldırı Erdoğan Cephesinin değişik unsurları tarafından temelde aynı olmasına karşın yine de seslendiği mahalleye göre farklı söylem biçimlerinde yürütülüyor.
Bu saldırıyı Erdoğan, genelde kapatılan camiler, Türkçe Ezan, okullarda giyilmesi zorunlu kıyafetler, andımız ve benzer konular üzerinden yürütürken aynı cephenin, -benim Mutant Solcular diye tanımladığım- kesimler de daha çok Atatürk'ün Kürtlere karşı tutumu üzerinden yürütüyor.
Ama bu cephenin bütün unsurlarının ortak noktası, Ulusal Kurtuluş Savaşı ile kurulan Ulusal Devletin varlığına duyulan hazımsızlık.
Bu açıdan bakıldığında Atatürk ve Atatürkçülüğü olan saldırının da Küresel Kürt hareketi ile Erdoğan Cephesinin -tıpkı Osmanlıcılık gibi- ortak bir kesişme alanı ve işlevi olduğunu söyleyebiliriz.
Benim, genelde Türkiye Solu -ağılıklı olarak sosyalist sol- üzerine, düşünce, eleştiri ve önermeler içerikli yazdığımı bilenler bilir.
Bu yazımı da Türkiye Solunun bu konudaki tutumunu ne olması gerektiği üzerine akıl yürüterek bağlamak istiyorum.
Türkiye Solu, -yazı boyunca analiz etmeye çalıştığım- Atatürk'e ve Atatürkçülüğe saldırı konusunda nasıl bir tutum izlemelidir?
-) Öncelikle dikkate almalı..! Bu saldırıların, günden yaratmak amaçlı olmadığının farkına varmalı.
Arkasındaki amaçlar üzerine, -benim bu yazıda yapmaya çalıştığım gibi- akıl yürütmeli, tartışmalı ve düşünce üretmelidir.
Yazdıklarımın mutlak doğru, yeterli olduğunu iddia etmiyorum.
Ama konunun önemli, irdelenmeye değer olduğu iddiamın sonu kadar arkasındayım.
Yine iddia ediyorum ki bu saldırıların bir ucu Emperyalizm ve Küresel Kapitalizmin çıkarlarına dayanmakta.
Türkiye solu, öncelikle -bunu bir olgu olarak kabul etmeyip bir olasılık olarak kabul etse bile- konuyu dikkate almalı.
-) Bu saldırıların bir ucu Emperyalizme dayandığı kadar, saldırılara olan tepki de anti emperyalist mücadeleye temas etmektedir.
Bu tepkinin Atatürk'ün kişisel olarak yüceltilmesine yönelmesi en az Atatürk'e ve Atatürkçülüğe saldırılar kadar tehlikelidir.
Saldırıya karşı doğan tepkilerin anti emperyalist mücadele ile temasının koparılıp, Atatürk'ün kişiliğinin mistik ve ticari amaçlarla kutsanmasına yol vermek ya da duyarsız kalmak, Erdoğan Cephesinin galip gelemediği tek ideolojik çatışmada ona destek olmak, bu çatışmanın da da üstesinden gelmesini sağlamak anlamındadır.
Bu çerçevede, başta Uğur Dündar ve Yılmaz Özdil olmak üzere, Halk Tv, Sözcü çevrelerinin Atatürk'ü metalaştırma çabalarını da Erdoğan Cephesinin yürüttüğü saldırlardan farklı görmüyor, şiddetle eleştirilmesi ve mücadele edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Sonuç olarak, bu konuda Türkiye Solu açısından izlenebilecek iki yol var.
Birincisi; Erdoğan Cephesinin Atatürk ve Atatürkçülüğe yönelttiği ya da Atatürk sevgisini ticari kazanç kapısı olarak gören Atatürk bezirganlarının yaptığı saldırılara karşı destek olur ya da ya da duyarsız kalabilirsiniz. (ki bu da destek olmakla aynı şeydir)
Diğeri de; Bu saldırılara olan tepkinin anti emperyalist mücadele ile temas noktasını pekiştirmeye ve böylece, gerçek bir anti emperyalist mücadelenin aynı zamanda anti kapitalist mücadeleden geçtiği gerçeğinden hareketle, bu tepkilerin kapitalizme karşı yönelmesi için çaba sarf edersiniz.
Ben ikincisinden yanayım.
Nadi Öztüfekçi
23 kasım 2018
(*) Rabia Osmanlıcı bir devlet özlemini temsil eder. 'Tek' başlığı altında ifade edilen bütün kavramların İslamcı bakış açısından ele alınır.
(*) Bakz.: MUTANT SOLCULAR BULVARINDAN ZEHİRLİ ZIRVALAR..!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.